Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
ALIŞ | SATIŞ | ||
USD | 0 | 0 | |
EURO | 0 | 0 | |
Sakarya ili, Klasik dönemlerde Bithynia olarak bilinen bölgenin içinde yer almaktadır. Bu ad bölgede yerleşmiş ve daha sonra aynı adı taşıyan bir Krallık kurmuş olan Bithynler’den gelmektedir. Sakarya ili arazisi erken devirlerde de şimdi olduğu gibi önemli bir kavşak teşkil etmiştir. Özellikle Trakya ve Balkanlara açılan bir bölgenin Anadolu’ya bağlandığı kilit bir konuma sahip olan Sakarya ili topraklarının erken süreçlerde dik yükseltiler, ormanlar ve ırmağın oluşturduğu zorlu koşullara bağlı zorlu bir çevresel oluşum gösterdiği tüm eski bilgilerden de anlaşılan bir durumdur.
Tarihin en erken dönemlerinden itibaren önemli bir ulaşım ağının merkezinde kalmasına rağmen Sakarya ili sınırları için-de kalan alanda çok büyük yerleşmelerin yer almadığı bir gerçektir. Fakat bu noktada ilginç olan Antik Çağlar içinde kuzey-batı Anadolu’da kurulmuş olan önemli kentlerin de çok uzakta olmamasıdır. Sakarya iline komşu olan iller içinde gerçekten çok önemli yerleşmeler kurulmuştur.
Bunlar arasında günümüz Karadeniz Ereğlisi olan Herakleia Pontika, şimdi Düzce ili sınırlarında kalan günümüz Konur Alp Köyü, Prusias Ad Hypium, Bolu sınırları içinde kalan Bithynion (veya Claudio-polis), günümüz İzmit şehri Nicomedia, günümüz İznik’i Nikaia, günümüz Bursa’sı Prusias Ad Olympus veya artık bulunmayan Astakos gibi önemli Kuzey Batı Anadolu kentleri Sakarya ili topraklarının da içinde kaldığı Bithynia kültür bölge-sinin kentleridir.
Bu noktada Sakarya iliyle ilintili olarak he-men akla gelen en önemli erken yer adları arasında Tarsis veya Tarsie (Tersie), Malagina ve Sapon gibi yerlerdir. Sapon, Sapanca Gölü ve çevresiyle ilintili iken Tarsie de daha çok Akyazı çevresindeki ovalık alana denk düşer gibidir. Yerleşimlerin seyrekliği ve şu anda teşhislerinin güçlükler arz etmesine rağmen, metropoller doğrultusunda bölgede önemli bir insan potansiyeli bulunduğunu gösteren veriler mevcuttur.
Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılması ile doğudakinin ilk merkezi Nicomedia’dır (İzmit). Bithynia’nın bu gözde körfez şehri zamanla gelişme göstermiştir. II. Theodosius zamanında, Hunlar ile mücadeleler devam ederken, tabii afetler de Sakar-ya’da etkindi. Depremlerin ardından, Sophon/Sapanca Dağı, o zamana kadar görülmemiş yağmurlar nedeni ile kaymış ve akarsuyun önünü kapatarak, Astakos Körfezi ile akışı engellemiş, bu suretle de büyükçe bir göl meydana gelmiştir.
Justinianus Köprüsü (Beşköprü – Serdivan)
Sangarius (bugün Sakarya nehri) olarak bilinen ve şehre adını veren nehir, hiç şüphesiz antik dönemde de kente ait bilinen en önemli unsurdur. Bu nehir, aynı zamanda tanrı olarak da tapınım görmüştür. Sangarius antik kaynaklarda “akışı çok hızlı, derinliği çok fazla…” olarak tanımlanmış olup buraya imparator Jüstinianus zamanında yapılan köprü, Nikomedia’dan başlayıp Phrygia, Kappadokia ve Suriye sınırına uzanan yolun üzerinde idi. Bizans’ın İran ile 553 yılında yaptığı anlaşmayı müteakiben inşasına başlanmış ve imparator Jüstinianus’un yöneticiliğinin 34. yılı olan 561’de sona ermiştir.
Bu köprü hakkında, kendisi de bir yazar olan ve pek çok antik müellifin günümüz-de bilinmesinde katkısı bulunan imparator VII. Konstantinos Porphyrogenetas şöyle demektedir: “Optimatum dairesi, kenarları görülmeye değer bir köprüye kavuşan Sangarius ile sınırlıydı. Bu köprü, hiçbir zaman yeterince takdir edilmeyecek olan İmparator Jüstinianus tarafından yaptırılmıştır.” Bugün kayıp olan köprünün kitabesinde de şöyle yazılı idi:
“Gururlu Italia Hesperie’si gibi, bütün İran Medlerini ve barbar kabileleri gibi azgın akışı şu kemerlerle kesilen ey Sangarius! Sen de şimdi egemen bir eserin esiri olarak akıyorsun ve önceleri isyankar, tutulamaz bir şey iken, şimdi aşınmaz bir taşın zoru altında yatıyorsun.”
Sasani ordusunun istilâsı yolunda Sakarya da bulunuyordu. Keza, İslâmiyet’in yayılması ve İstanbul üzerine vaki seferlerde, Arap kuvvetleri Sakarya boylarında, Adapazarı’nın güney kısımlarında göze çarpmıştır. Emeviler’i takiben iktidarı ele geçiren Abbasîler de sefer geleneğini devam ettirdiler.
798’de, Abd el-Melik b. Salih, Sakarya boyunda ilerlediği bir sırada Malagina/Mekece’ye kadar sokulmuştu. Sakarya ili topraklarında Bizanslılar ve Türk öncüleri arasındaki artan mücadelelere dayalı olarak hareketliliğin yoğun olarak yaşandığı süreç özellikle XIII. yüzyıl süreci olup, Sakarya ilinin arkeolojik değerleri arasında önemli bir yer işgal eden askeri karakollar, tahkimatlar ve kalelerinin önemli bir bölümü de bu süreçle ilişkili olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu noktada, İstanbul’daki Latin hakimiyetine son vererek İstanbul’u tekrar ele geçirmeyi de başarmış olan VIII. Mikael Paleologos devrinde (1259-1282) ve özellikle de 1280-1281 süreci itibariyle bakıldığında Sakarya ırmağının Bizans devletinin doğu sınırını teşkil edecek şekilde kaleler, karakollar ve askeri tahkimatlarla teşkilatlandırılmış olduğu ve ırmağın doğusunda kesin bir Osmanlı etkinliği olduğu görülmekteydi. Bu süreçte Geyve, Ak-yazı ve Hendek ilçelerinin kapladığı alan tamamen Osmanlı denetimindeydi.
Bu askeri teşkilatın belirli noktalarda eski yolları denetleyen Roma ve Erken Bizans devri askeri yapıları-nın tamir ve tadili yanında yeni yapılandırmalarla da teçhiz edilmiş olduğu fark edilmektedir. Bu sınır da zaman içinde işlevini yitirmiş ve Osmanlı yayılmasını belirli bir süreden sonra durdurmayı başaramamıştır.
1290 sonrasında Osmanlı ilerleyişinin Aşağı Sakarya Bölgesi’nde iyice güçlendiği ve 1297’den sonra günümüz Kocaeli Yarımadası’nı oluşturan Bizanslıların Mesothynion Bölgesi’nin önemli ölçüde Osmanlı denetimine girmiş olduğu görülmektedir. Adapazarı, tarihî kentlere yakındı. Akyazı ve Sapanca Kocaeli sancağında , bazen Hüdavendigar eyaletinde, İzmit mutasarrıflığında kaza merkezleri idiler. Geyve, Taraklı ve Göynük de büyük yerleşme yerleri idi. Sakarya ve buna bağlı akarsular Mudurnu Suyu/Dinsiz Su, Kanlı Çay, daha birçoğu ovayı bataklık hâle sokmuşlardı.
Tarihî bilgiler ilkçağdan günümüze kadar olayı doğrulamaktadır. Sakarya’nın doğu tarafları, Osmanlı kaynaklarına göre, “Akova ve Akyazı” diye isimlendirilmiştir. Yöre, Akça Koca’ya kaydı hayat şartı ile verilmiştir. İzmit fethinden Önce Konuralp gibi hayata veda eden Akçakoca, bugün Kandıra yolu üzerinde, Baba Tepesi’nde, Karadeniz’i gören bir mevkide toprağa verilmiştir.
Adını içinden akan Sakarya nehrinden alan Sakarya şehri XVI. yüzyılda “Ada nahiyesi” olarak adlandırılan küçük bir yerleşme olarak kurulmuş olup Sakarya nehrinin iki kolu arasında mey-dana gelen adacıktan dolayı bu adı alır.
Kutluca-i Kebir (Çaybaşı) köyü günümüz Adapazarı’nın 16. yüzyıldaki merkezini oluşturuyordu. Buradaki Pazar, şehrin isminin de ortaya çıkmasına vesile olup kente zamanla Adapazarı denilmesine vesile olmuştur.
Adapazarı, ilk ve orta çağlarda, Bithynia; XIV. yy’dan itibaren de Kocaeli arazisinde göze çarpmaktadır. Ne zaman kurulduğu bilinmiyor. Orhan Gazi zamanında, Türkmen köyü olarak tarih sahnesine girmiş oluyor. “Ada” köyü, Sakarya Nehri’nin akışta, sol kısmında kalmaktadır.
Çark Suyu ve Sakarya arasında bulunuşu sebebi ile “Ada” görünümü kazanmıştır ve belki de bu vaziyeti isimlendirmede rol oynamıştır. Resmî belgelere “Karye-i Ada” diye geçmiştir. Evliya Çelebi, Sapanca – Hendek yolculuğu esnasında tahta bir köprüden geçmiş, o yüzden de köyü yazmaktan uzak kalmıştır.
Ancak, ondan sonra bölgeden geçen Fransız gezgini Jean-Babtiste Tavernier, Sapanca ve gölü anlattıktan sonra “Ada” isimli yerleşmeden bahsetmektedir. Keza, Polonyalı Simeon da onun gibi Ada’dan köy diye söz etmektedir.